Büyük sandalın küreklerini Mehmet çekiyor, hem çekiyor hem söyleniyordu, "nereden motoru bozuldu durduk yere karadeniz bozması takanın." Dalgalar beşik gibi sallıyor, midem bulanıyordu. Geçtim arka tarafa, dibine yattım takanın. Bulutlarla kaplı gökyüzünün nehir gibi akıp geçtiğini, fırtınanın yaklaştığını görüyordum. Arno ermenice bir şarkı söylüyor, bir taraftan şarabı yudumluyordu. Aslan parkasının fermuarını boğazına kadar çekti, Arno'yu dinler gibiydi. Yanıma ismini bilmediğim, iri kıyım, burnu uzun karadeniz uşağı bir çocuk gelip oturdu. Çorabından mavi etiketli marlbora paketini çıkartıp, sigarasını yakarken göz ucuyla bana baktı. Gözlerim kapalıydı, zulasını görmezden geldim.
İsmi olmayan, bizim, "köpek adası" dediğimiz bir adaya geçiyorduk. Sahilinde ateş yakıp, bahar ve yaz akşamları meyhaneye çevirdiğimiz; kumsaldan işittiğimiz yüzlerce köpek havlaması duyduğumuz bu esrarengiz adayı sonunda ele geçirmek üzereydik. Hepimizin içinde bir korsan havası esiyordu. Ne olur ne olmaz diye yanımıza demir çubuklar almış, hatta Aslan işi abartıp yanına karadeniz el yapımı makinesini de almıştı.
Mehmet küreklere asılmaktan kan ter içinde kalmış, Aslan'la yer değiştirip yanıma gelmişti. Ne kadar kaldığını sordum. Elinin tersiyle terini silip, sesli derin bir nefes çekti :"Dalgalar olmasaydı çoktan varmıştık, en fazla on beş dakika," dedi.
Köpek havlamalarına iyice yaklaşmıştık. Bizi buraya çeken ne olabilirdi? Sadece köpekler mi yoksa esrarengiz bulduğumuz başka bir şey mi? Belki köpekleri adadan sürecek, kendimize kulübeden bahçeli bir ev yapacak, şehirden sıkıldığımızda sığınacağımız bir yerimiz olacaktı. Aramızda bunu hiç konuşmamıştık. Belki de hepimiz aynı şeyi düşünüyor, birbirimize söylemiyordu.
Nihayet Aslan geldik diye seslendi. Yattığım yerden doğruldum. Bulutların arasından süzülen ay'ın kayalıklarda yansıyan parıltısında bir koya yaklaştığımızı gördüm. Hepimiz birbirimize söylemeye cesaret edemediğimiz hayalimizdeki beyaz bir kulübeye bakıyorduk. Sanki koca hayal transatlantiğimizle altın kaplı bir buz dağının derinlerde görünmeyen yüzeyine çarpmıştık. Konuşmadan birbirimize baktık. Hayretler içindeydik.
Köpekler sahile çıkacağımız kayalıkların üzerine gelmiş, sanki Hera'nın vahşi oğlu Ares'in savaşçıları gibi bizi bekliyorlardı. Biz çıkıp çıkmamak arasında kararsızken, beyaz kulübenin kapısında elinde mum ışığı ile orta yaşlarda, çok güzel Afrodit gibi bir kadın gördük. Kayalıklara yaklaşırken, köpeklere "yanıma gelin" dedi. Hepsi anne sözü dinler gibi önce sakinleşti, sonra
kadının yanına gitti. Kadın kim olduğumuzu sorup, zarar gelmeyeceğini, öğrenci olduğumuzu anlayınca kulübesine davet etti.
Madam Silva yıllar önce kocasını kaybedince bu ıssız adaya yerleşmiş. Köpekleri, kedileri, kuşları ve kitaplarıyla yalnız başına yaşadığını, bir balıkçının haftada bir ısmarladığı temel gereksinimlerini getirdiğini anlatırken etrafı incelemeye başladım.
Üç duvar boydan boya kitaplarla dolu, zengin bir kütüphanesi vardı. Büyükçe salon, temiz, eski yarı klasik eşyalarla doluydu. Yanmakta olan ermeni sobası, özenle yerleştirilmiş antika eşyalar, temiz, sımsıcak bir duygu veriyordu insana. Antika, uzun komodinin üstünde Meryem Ana biblosuna, her iki tarafında yanmakta olan mumlara ve arkasında asılı oval, oymalı tahta aynada ışık yansımalarına bakarken, Silva sordu, "gençler adaya neden geldiniz?"
Beklenmedik bu soru karşısında önce şaşırdık. Birbirimize bakarken, Mehmet her zamanki ataklığıyla öne atıldı. "Köpekler...evet vahşi köpek havlamalarını birkaç yıldır sahilden duyar, nasıl yaşadıklarını merak ederdik," dedi. Sustu.
Madam Silva güldü. "Bakın, köpeklerim nasıl sakin, sizin de dostum olduğunuzu anladı, çıkıp hepsiyle konuşabilir, başlarını okşayabilirsiniz...hem, siz hayvanlardan değil, insanlardan korkun," dedi.
Hepimiz çok genç ve idealisttik. Şimdi bu da ne demek oluyordu: "Siz hayvanlardan değil, insanlardan korkun." Hepimiz sinirlenmiş, ama bu aristokrat eskisi bayanla tartışmaya girmek istemiyorduk belki de. Onu keşfetmek, fikirlerini öğrenmek istiyorduk içimizden sessiz bir ittifakla sanki o an.
Kalktı, birazdan çaylarımızı getirdi. İçerken, "bizi buraya getiren birbirimize söyleyemediğimiz hayallerimiz olabilir mi?" dedim.
Bir annenin oğluna baktığı kadar derinden, uzun uzun bana baktı. O kadar içten, o kadar güzel bakıyordu ki, o anlık olayda sonsuz bir huzur içimi kapladı.
"Elbette," dedi, "şehirde tek başınıza, ya da kendinize benzeyenlerle devamlı bir arada bulunmanın, aynı çay bardaklarıyla çay içerken, aynı yazgıyı paylaşan insanlarla kötü yaşamlara çözümler ararken, nasıl yalnız ve çaresiz kaldığınızı, hayal kuracak vaktinizin bile kalmadığını hiç düşündünüz mü?"
Sonra devam etti. "Peki," dedi, "burayı keşfettiniz, artık bu ada ile ilgili bütün hayalleriniz, fantezileriniz bitecek mi? Oysa çocuklar, hüznün, sevincin, yalnızlığın bir tür masalını yaşarken insan, sınırsızca hayallerini kurabilmeli, buna vakit bulabilmeli...tıpkı benim gibi."
Sabahın ilk ışıkları doğarken, Madam Silva'nın gece elâsından, zeytin yeşiline dönen anlamlı, sevecen gözlerinde sanki hepimiz kaybolmuştuk. Vakit nasıl da hızlı geçmişti.Söylediği, söyleyemediği bir sürü şeyi, o derin gözlerin ışığında beynimize resmediyor, dolu dolu yaşanmışlık deryasının içinde yüzüyorduk sanki hepimiz.
Deniz sakinleşmiş, hırçın dalgaların yerini sakin bir mavilik almıştı şimdi. İzin istedik, teşekkür edip ayrılırken, "yaşamın kıyısında ne zaman sıkılırsanız, hayal etmeyi unutmayın çocuklar," dedi, "yaşama sevinci önce hayallerle başlar...insanoğlu hayal ettiği müddetçe yaşar."
Sahile kürekleri çekerken, hepimiz bin bir çeşit düşünceye batıyor, bir taraftan bu güzel kadını düşünüyorduk. Haklıydı Madam Silva. "İnsanoğlu hayal edebildiği müddetçe mutluydu."
Ne zaman şehrin kalabalığından sıkılsak, yalnız kalmak ve hayal kurmak için kumsalımıza kaçıp, uzaktan köpek havlamalarını dinleyip, o'nun, o güzel kadının hayalini kuruyorduk. Bense, o yaşımla, bir daha hiç görmeyeceğim kadına platonik bir aşk beslemeye başlamıştım çoktan ve kimseye söylemeden...
Birkaç yıl sonra gittiğimizde köpek havlamaları kesilmiş, tersane yapımı için kumsalımız demir ve kereste molozlarıyla dolmuş, inşaat başlamak üzereydi.
Ama, hayalimizde Ada ve Kadın capcanlı yaşıyordu ve yaşayacaktı.
İnsan bir şeyi elde ettikten sonra, o şeyin cazibesi yitip, gider miydi, yoksa Madam Silva gibi yeni hayallerle o'nu beslemek, canlı tutabilmek mümkün müydü?
Ya sizce?
Mehmet Osman ÇAĞLAR
30.1.2011
Sanki çok daha uzun sayfalar okumuşcasına son derece güzel bir roman tadı aldım.. Kadını, detayları ve yaşadıklarınızı öyle güzel ve ustaca aktardınız ki ''Silva'ya platonik aşk beslemek'' dışında hissettiğiniz tüm duygular bana da geçti.
YanıtlaSilYani o kadını ben hala orada, o adada hayalleri ve ideallerini gerçekleştirir biçimde kafama resmettim. Daimi olarak... Sürekli canlı. Ve hep o haliyle...
Ustaca kurgulanmış ve insanı kendiyle yüzleştiren, yaşama dair bazı kararları etkileyebilecek türde bir hikayeydi..
Elinize, yüreğinize sağlık dost Jivago. Lütfen yazmaya bu türde de devam edin..
Sevgi ve dostlukla...
Zeugma ;
YanıtlaSilUzun sayfalarca okunmuş bir roman tadı verebildiysem ne mutlu bana Sevgili Zeugma. Burada kurgulamaya çalışarak gitmeye çalıştığım ana fikir -Silva'ya duyulan platonik aşkın dışında-, hayallerin ve ideallerin olduğu gibi maskesiz kafamıza resmetmek üzere işlenmesi üzerinden giderek düşünmüştüm.
Amatörce kurguladığım bu öykümün, sizden ciddi bir yorum alması benim için gerçekten çok önemli ve bunu çok önemsiyorum.
Teşekkür ederim dostum, sağ ol. İleride yine, amatörce denemeler yazma isteği uyandırdın.
Sevgi ve dostlukla kal.
Kolay okunan bir anlatımdı. Teşekkürler.
YanıtlaSilBir büyüğüm bana şöyle demişti; "Asla hayal kurmaktan vazgeçme. Kimsenin el süremediği ve süremeyeceği tek şey hayallerdir."
YanıtlaSilHikayenin devamını okuyunca bunu anımsadım birden. Ben Madam Silva gibi elde edilen bir şeyin hayallerle beslenebileceğini ve canlı tutulabileceğini düşünüyorum.
Çok sevdim ben bu hikayeyi...
Kalemine sağlık.
Sevgiler.
Sevgili Jivago,
YanıtlaSilZevkle okudum. Denizin, dalgaların,köpek havlamalarının sesini duydum; yosunların kokusunu aldım. En önemlisi de dostluğu,yalansız dolansız insan sıcaklığını hissettim. Maskesiz, içten,yürekten...
Yeni öykülere yelken açman dileğiyle...
Sürükleyici akıcı ve gerçekten profesyonelce kaleme alınmış bir öykü bu. Zevkle okudum.
YanıtlaSilBir şeyi elde ettikten sonra, elde edilen o şeyin, cazibesinin yitip gitmesi ya da insanın gözünde daha da yücelmesi, kişiye kattıklarıyla ölçülebilir sanırım
Oldu mu şimdi sevgili Jivago daha bir sürü olay olacak diye iştahla beklerken bitirivermek. Devamını hayal mi edelim şimdi?Ara ara bu hikayeye döner biraz daha anlatırsın diye umut ediyorum. Gerçi eminim daha bir sürü güzel hikaye çıkacak hayal ve yaşanmışlığın harman olduğu sandığından. Sevgiler selamlar.
YanıtlaSilTabii ki mümkün sevgili Jivago.. kendi duygularınla hatta yazdıklarınla tenakuza düşme.. Madem ki "yaşama sevinci önce hayal etmekle başlıyor"!!
YanıtlaSilYazmayı düşündüklerim o kadar uzun ki, ... sonra düşündüm nasıl olsa yazamadıklarımı da okursun sen!
Çok güzeldi.
Merhaba,
YanıtlaSiladayı ve Silva'yı görmüş kadar canlı hissettim. Az sözle ne kadar çok şey söylemişsiniz. Şehirde yaşayanların hep birbirine benzedikleri hatta içtikleri bardaklar bile aynı olduğu gerçek, en güzeli hayallerimizi hiç kaybetmememiz ve onlara ulaşmak için çabalamamız gerektiği.
Sonunda oraya da medeniyetin girmesi beni çok üzdü, keşke hayattan kaçmak istediğinizde gideceğiniz o son ada hep aynı kalsaydı.
Esen kalın.
İçtenliğinizi hisettiğim satırlarınızı keyifle okudum...büyük bir ustalık isteyen...sayfalar dolusu uzatılıp neredeyse ana temadan ve verilmekten istenilen mesajdan uzaklaştığımız roman türü yazılarla karşılaştırıldığında çoğu kez öyküleri daha çok sevdiğimi bilirim. İnanın bu öykünüz verilmesi gereken mesajı çok net ortaya koymuş.
YanıtlaSilİnsan, hayalleri olduğu müdetçe yaşamdan keyif alır!hayaller olmalı...besleyerek büyütmeliyiz o hayallerimizi...teşekkür ederim Jivago, kaleminize ve yüreğinize sağlık...İçinizden geldiğinde lütfen 'amatörce demeden!" yazın ve bizlerle paylaşın...en güzel şeyler o amatör ruhla (ama aslında büyük bir ustalıkla) yazılanlar oluyor genellikle...
Güzel öykülerimiz olsun birbirimize anlatacak...Sevgi ve dostlukla kalın...
Merhaba,
YanıtlaSilDoğrudan ve dolaylı katkılarınız sayesinde DAMLA / ÖYKÜ ÖZEL SAYISI yayınlandı.
Sizlerin şahsında sanatçılara ve sanat severlere teşekkür ederken saygı ve sevgilerimi sunarım.
Sabahattin Gencal ( Emekli öğretmen)
Not: Örnek olacak blog çalışmalarınız takdire değer. Başarılarınızın devamını dilerim.
Sevgili Jivago
YanıtlaSilEsime yolladiginiz selami iletmem icin adinizi bilmem gerekiyor..Bu sebebten maalesef yolladiginiz selami yerine getiremiyorum.
Aslinda bizi cok iyi tanidiginizida farkindayim..Dogum günümüde bildiginize göre...
Merhaba,
YanıtlaSilTüm dularımızın kabul olması dileğiyle, kandilin kutlu olsun.
Esen kalın.
Sevgili Jivago,
YanıtlaSilMevlit Kandilinizi siz ve aileniz için yeni ufuklar açılmasına vesile olması, sağlık, mutluluk, huzur dolu günler getirmesi dileğiyle kutluyorum...
Şiir ve öykülerinize bu kadar ara vermemenizi de rica ediyorum..
Dostlukla...
Simdi o adada olmak vardi
YanıtlaSilSizinde kandiliniz mubarek olsun
yüreğinize sağlık...
YanıtlaSilben uğrayamayalı,
siz yazmayalı bir hayli olmuş....
sizinde tüm dualarınız kabul olsun
hayırlı kandiller.
Hikayeniz cok güzel, gercekten yasamis gibi anlatmissiniz. Gelen yorumlara bakilirsa ilk defa bu tarz yazmissiniz, devam etmelisiniz. Gecmis kandiliniz kutlu olsun.
YanıtlaSil@ alizafersapci
YanıtlaSil@ K.C.S.
@ aysema
@ Çınar
@ ruhgezgini
@ hasret senfonileri
@ bülbülünyeri
@ Esmir
@ Sabahattin
@ SERAP
@ bülbülünyeri
@ Zeugma
@ Baharcicegi
@ birdutmasali
@ nesrin
Motive edici birbirinden değerli yorumlarınıza teşekkür ederim dostlar.
Sevgilerimle,
Mehmet Osman Çağlar
Yeniden okuduğumda o ada ve Silva gibi insanların her yerde olmalarını ne çok isterdim. Hayallerin hiç bitmemesi dileğiyle,
YanıtlaSilEsen kalın.
mutlu günler diliyorum.
YanıtlaSil@ Bülbülün Yeri
YanıtlaSil@ mutfagabuyrun
Yorumlarınız için teşekkür ederim sevgili dostlar.
Esen kalın.
Bu yazınız da az önce okuduğum pasta yazınız gibi okuma listeme düştü; ama tıklayınca yayın yok diyordu. Geçen hafta bu duruma nasıl üzüldüm anlatamam. Yazının girişi okunuyordu ve okuduğum kadarı fazlasıyla ilgimi çekmişti. Bloğunuzda ana sayfayı tıklayıp geriye doğru gidince bu yazıya da rastladım. Eski tarihle bugün yayımlamak diye bir durum vardı sanırım, o nedenle okuma listesinden ulaşamıyor muyum acaba?
YanıtlaSilNeyse ki sorunu öyle veya böyle çözmüş ve bu güzel öyküyü okumuş bulunuyorum. Madam Silva'ya imrenmedim dersem yalan olur. Çok da hak verdim, hiç kızmadan. Hayvanlardan değil insanlardan korkmalı...
Kaleminize sağlık, çok leziz bir yolculuktu benim için.
Eski yayımlar eskisi gibi aynı anda takipçilerin arkadaş listesine düşmediği için, önce düz yazı veriyorum. Düştükten sonra resim paylaşıyorum, daha sonra siliyorum, orjinali kalıyor. Keza yeni verdiklerim de aynı şey oluyor. Önce yazıyı veriyorum, arkadaşların listesine düştükten sonra resim veya video ekliyorum.
YanıtlaSilTuzla tersanesi kurulmadan önce, köpeklerin olduğu ıssız bir adadan yola çıkarak öyküyü yazmıştım. Değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim.