BABAM - YUSUF ZİYA ÇAĞLAR
O'nun dedesi; demirci Mehmet Efendi, aslen Kütahya-Tavşanlılıymış. Osmanlı yeniçeri ocağına alınarak uzun yıllar Rumeli savaşlarına katılmış. Yaralanıp memlekete dönünce, medrese ve camilerde molla- hocalık yapmış.
O doğduğunda Yusuf Ziya'nın babası cephede imiş. Doğumundan birkaç ay sonra annesi ölmüş. O'nu, nine dediği Ümmüş teyzesi ve kocası büyütmüş. Çocukluğunda, her gün dağ köyünden şehre inerek, asker getirip götüren trenlerdeki askerlere babasını sormuş. Bu durum yıllarca devam etmiş.
Yine bir gün babasını sormak için şehre indiğinde şehit ve asker çocuklarını sünnet eden büyük bir çadır görmüş. Tek başına girerek sünnet olmuş. Uzun yıllar geçmiş, haber gelmemiş. Babası Osman'ın hangi cephede şehit kaldığını hiç bilmemiş.
Ortaokulda bıyıkları yeni terlerken dağlı efelerle beraber Yunanlılara karşı -vur kaç- savaşmış. O dönem dağlılar şehre indi denince, toz duman olur, cephaneler patlar, akan sular dururmuş.
Yatılı okuduğu liseyi birincilikle bitirmiş. Hocaları en iyi üniversiteleri tavsiye etmiş ama o, bir an önce hayata atılıp para kazanmak ve yaşlı ninesine bakmak için, eğitim süresi bir yıl eksik olan Orman Fakültesi'ni tercih etmiş. Üniversiteyi de birincilikle bitirmiş. Devlet, ihtisas için Macaristan'a göndermiş.
Yeni Devrim'in nesli tükenmiş örneklerinden, sosyal ideolojinin dürüst neferlerinden, Cumhuriyetle ilk bıyıklarını kesen öncülerden biriymiş. Orman yüksek mühendisi olarak atandığı orman işletme müdürlüklerinde kaçakçılık ve yolsuzlukları önlediği için bölgenin eşkıya ağaları tarafından tehdit edilmiş, hiçbirine pabuç bırakmamış. Belinde çift tabanca ve gözünün karalığıyla ünü bütün orman bölgelerinde ve Ankara'da duyulmuş. Birkaç kez kontrolü zor bölgelere tayin edilmiş. Her seferinde ağa ve eşrafın ormandan rant kapılarını kapamış. Ankara'ya tanıdık yüksek makamlara haberler uçmuş. En son Orman Bakanı tarafından Bakanlığa çağrılarak bir sürgün bölgesine tayin edilmek istenmiş.
"Göndermek sizin elinizde, gidip gitmemekte benim elimde," deyip, kapıyı öyle bir çarpıp çıkmış ki, Ankara'da sekiz şiddetinde deprem olmuş. Aynı akşam da istifa dilekçesini Bakan'ın suratına çarpmış.
Daha sonra T.C. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'nda müfettiş olarak göreve başlamış. Türkiye'nin tren raylarıyla kaplanması için gecesini gündüzüne katıp, dört beş bin sayfalık raporlar hazırlıyor, ancak siyasi fikir ayrılıklarından dolayı hazırladığı raporlar sümenaltı ediliyormuş. Hayatı boyunca mücadele adamı olarak kalmış. Odasının kapısı vatandaşlara açık, Bakanlıkta yeni düzenlemeler ve uygulamalar revize etmiş. Gereksiz bürokratik engelleri kaldırarak ama kontrolü de elden bırakmayarak, eskiden on günde zor çıkan dosyaları vatandaş bir gün içinde alır duruma gelmiş. Sonraları çocuğu yaşında, torpilli ve iş bilmez yobaz bir genel müdür atanınca, yine Bakan ve milletvekilleri ile ters düşerek emekliliğini istemiş. Meslekte 30 yıl çıkardığı, içinde tomruk kesim hesapları ve kapsamlı bilgiler olan "Çağlar Orman Cep Takvimi"ni çıkarmaya devam etmiş. İki kızdan sonra aralarında elli yaş fark bulunan oğluna daha fazla vakit ayırıp, aile şirketi kurmuşlar.
O, özel hayatında kendisini anlatmayı, övünmeyi ömrünce sevmemiş. Herkese eşit mesafeli davrandığı ve istikrarlı bir insan olduğu için herkes tarafından sevilirmiş. Dost ve rakı muhabbetlerinde en yave, en yavşak olanlar bile kendilerine çeki düzen verme ihtiyacı duyarmış.
Bu anlatılar, oğlu Mehmet Osman'ın izlenimleri, ayrıca uzak akraba ve Orman Fakültesi'ndeki arkadaşlarının tespitleri ve anılarıdır.
Yaşlandıkça kendisini daha çok yazlıktaki bahçesine, ailesine ve torunlarına adamış. Vakti gelince hakkın rahmetine kavuşmuş.
ÖYKÜ - ERKEKLER DE AĞLAR
Bir adamın babası varmış. Zor beymiş, barutmuş... Kabadayının en önde gelenlerinden, Kemalist Devrim'in nesli tükenmiş son örneklerinden, sosyal ideolojinin dürüst neferlerinden, Cumhuriyet'e ilk bıyıklarını kesenlerden biriymiş baba...
Üniversite ve askerlikten sonra Dursunbey Orman Bölge Müdürlüğü'nde ilk görevine başlamış, çünkü o bir orman yüksek mühendisiymiş. Astığı astık, kestiği kestik, köyünden çıktığı gibi bozulmamış, deli adamın biriymiş.
Görevine başlar başlamaz yörenin eşrafı ziyaretine gelmiş. Sohbetler edilmiş, rakı sofraları kurulmuş.
İlk günden fermanını vermiş:
''Keçiler ormana giremez.''
Neden diye sormuşlar:
''Ormanın düşmanıdır, körpe fidanları yer, ormanı kurutur.''
Her hanenin keçileri varmış. Milleti almış bir düşünce. ''Biz ne yaparız, ne ederiz keçilerimiz ölürse...''
Kısa bir süre sonra, bölgede kaçak ağaç kesip geçinenlerin işine de taş koymuş ormancı. Kaçakçılık yapanları almış bir korku.
Hikâye bu ya; kaymakam, jandarma komutanı, nüfus memuru kim en deliyse olmuş en yakın arkadaşı.
Karısıyla otururlarmış bir uçurum dip kenarı evinde. Geceleri kurtlar, ayılar, domuzlar evin önüne gelirmiş. Ailenin umurunda değil, karı koca mutluymuş. Omuz omuza verip, önemlidir vatan görevi deyip bakarlarmış işlerine.
Kısa süre içinde orman kaçakçılığı sona ermiş. Adamın şöhreti bütün bölgede duyulmuş. Kaçak ihbarı aldığında ne olur ne olmaz diyip, orman muhafaza memurlarına haber vermez, çift tabanca kuşanıp, kaçakçıları yakalarmış.
Bölgenin ileri gelenleri Ankara'ya haber uçurmuş. Adamı tayin etmişler, kontrolü zor, büyük bir bölgeye...
Gittiği bölgede kendi gibi yeni tayin deli bir Jandarma Komutanı ile iyi dost olmuşlar.Jandarma, ormancıya altın kaplama tabanca; ormancı da jandarmaya Arap atı hediye etmiş. Bölge ikisinin denetimine geçmiş. Hırsızlık durmuş. Kaçak durmuş. Ağaları almış yine bir düşünce...
İkisinin de hanımlarına aracılar rüşvet teklif etmişler.
Olmamış!
Kapıların altından tehdit mektupları atmışlar.
Olmamış!
Ters tepmiş bütün bunlar...
Bütün bölgede kaçakçılık, hırsızlık, suç durmuş. Eşkiya ağalar Ankara'ya haber uçurmuşlar. Müfettişler gelmiş, incelemeler yapmış, yapılan işlerden olumlu raporlar tutup, geri dönmüşler.
Bir gün, çakal efenin birini vurmaktan jandarma mapusa düşmüş. Ormancı tabancayı satarak mapustaki dostuna ve ailesine sahip çıkmış. Sonra bir kaçak çatışmada ormancı içeri düşmüş. Jandarma atı satıp aileye sahip çıkmış. Kardeşten öteye kardeş olmuşlar. Namları alıp bütün ülkede, Ankara'da yayılmış.
Bölgenin ağaları, bir pusuda jandarmayı vurdurup, öldürtmüş. Ormancı iyice dellenmiş, yasını bile tutamamış. Tek başına bölgenin hâkimiyetini, düzenini ele geçirmiş. Katilleri ve azmettirenleri yakalayıp, önce dövmüş, sonra adalete teslim etmiş.
Ankara'ya yine haberler uçmuş, iftira dolu dilekçeler yazılmış. Orman Bakanı, ormancıyı Ankara'ya çağırmış.
Bakan: ''Neden talimatlarımı yerine getirmedin, seni Hakkari bilmem ne köyüne tayin ediyorum,'' demiş.
Ormancı, ''Ferman çıkartıp, tayin etmek sizin elinizde, gidip gitmemek de benim elimde'' diyerek, kapıyı öyle sert çarpıp çıkmış ki, Ankara'da 8 şiddetinde deprem olmuş. Aynı akşam, istifa dilekçesini Demokrat Parti Bakanı'nın suratına çarpmış.
Daha sonra başka bir Bakanlıkta çalışmaya başlamış. Gecesini gündüzüne katmış, müfettiş olmuş. Elli yaşından sonra bir oğlu olmuş. Adam iki üç bin sayfalık raporlar hazırlıyor, ülkenin tren rayları ile kaplanması için elinden geleni yapıyormuş. Hazırladığı raporlar sümen altı ediliyor, siyasi görüşünden terfisi engelleniyormuş.
Üniversiteyi birincilikle bitirmesine rağmen kopya ile mezun olan eski arkadaşları yalakalıkla bakan, milletvekili, müsteşar oluyormuş. Ormancı ise, doğrucu davut olduğundan, anasız babasız köy çocuğu olduğundan, arkasında dayıları mayıları olmadığından, şube müdürlüğünden yukarıya terfi edememiş.
Kendini okutan devlete bitmeyen bir borcu olduğunu düşünerek, sabahlara kadar çalışır, büyümekte olan oğlunu gözü görmezmiş. ''O'' hep bir kavga adamı olmuş. Gördüğü yanlışları, hukuksuz uygulamaları; Bakanlara, Başbakana haykırıp, vatana olan diyetini ödemeye çalışırmış safçasına...
Yıllar böylece geçerken, oğlu büyümüş...Onun gibi bir adamın ağlayacağını bile düşünemezken, ilk defa babasını, anasına ağlarken görmüş. Adam, ''çocuğum yaşında, iş bilmez, tembel birini başıma müdür getirdiler, istifa edeceğim,'' diye ağlıyormuş.
Ormancı işinden istifa etmiş. Yirmi beş yıl çıkardığı 'Orman Cep Takvimi' o yıl yirmi bin satmış. O yıllarda kat mülkiyeti olmadığından, kırk yıllığına Emlak Bankası'ndan apartman yapmak için aldığı kredi borçlarını kapatmış. Sonra da alnı açık, dimdik, kimseye eyvallahı olmadan göçüp gitmiş.
Yıllar geçmiş, babasına benzeyen oğlu aile kurup, çoluk çocuğa karışmış. Bir yaz mevsimi, tatil için Ege'ye giderken, Balıkesir civarlarında başlamış ağlamaya. Onu gören çocukları şaşırmış. Neden diye sormuşlar.
''Gördüğünüz şu orman teşkilatı'nın beton binalarını ilk dedeniz yaptırmıştı, onun eseriydi," diye ağlayıp durmuş...
Mehmet Osman ÇAĞLAR
Haziran, 2008